Pazartesi, Ağustos 14, 2006

ÇUJOY (YABANCI)

bir roman denemesinden bir parça...
..................................
İki yıl önceydi. Dima arkadaşları ile buluşacağını söyleyip geç geleceği için özür dilemişti. Yakında yeni yıl gelecekti. Yeni yıl kutlaması için bir prova yapacaklardı. Gerçi içmek için bahane aramaya gerek yoktu. Üç kişi bir araya gelseler bayram sayılır içmek için bir sebep aramazlardı. Dima çok içen birisi değildi. Marina onu hep ölçülü hareketleri ile tanımıştı. Geç geleceği zaman diğer erkeklerin aksine mutlaka eve haber verir ve hatta gizli bir izin isteği olurdu bu. Marina’yı çok mutlu ederdi. Beş yıllık evlilikleri bu yüzden hep sadakatle devam etmiş birbirlerine sevgileri hiç azalmamıştı. Hem o gecenin bir hususiyeti vardı. Dima’nın üniversiteden arkadaşı İliya şehirlerine gelmişti. Onu yalnız bırakmak Dima gibi bir insana yakışmazdı. Marina ona evet derken “Yarın dinleyeceğim kimbilir ne hikayeler olacak?” diye için için sevinmişti de.
Dima geç saatlere kadar arkadaşlarıyla eğlenmiş sonra ölçülü yaşantısının gereği olarak izin isteyerek arkadaşlarının ısrarlarını savuşturmuş eve doğru yola çıkmıştı. Çok sarhoş değildi. Ona otopsi doktor öyle demişti. Yolda gelirken ayağının takıldığı ağaç kökü onu boylu boyunca yere uzatmış kafasının yere şiddetle çarpması sonucu bayılmıştı. Dima’yı görenler yine bir sarhoşun macerası diyerek başlarını çevirip gitmişlerdi. Ama haksız da sayılmazlardı. Hemen her gün sayıları yüzlerle ifade edilen sarhoşluğu adeta meslek edinmiş bazı insanlar üst üste içtikleri votkanın kanlarının kaynatması sonucu soğuğa aldırmadan sokaklara düşerdi. Buzun içinde yatakta yatıyor gibi sakin yatan bu insanlar sabah kalkar sonra da işlerine giderlerdi. Ambulans servisindekiler sokakta yatan bu insanlar için yapılan ihbarlara o kadar alışmışlardı ki sıralamada en sona koyarlardı. İşte Dima böyle bir yanlış anlamanın kurbanı olmuştu. Onun hakkında bir ihbar bile yapılmamıştı.
Marina gözlerinin yaşardığını Sergey’in dikkatli ve meraklı bakışlarını üzerinde yakaladığında farketti. Hep güçlü bir kadın olarak görünmüştü Sergey’e. Ona babasının yokluğunu hissettirmemeye çalışmıştı. Gözyaşlarını silmek için teşebbüs ettiğinde aslında ağlamaya ne kadar ihtiyacı oluğunu farketti. Kadındı o. Güçlü anne imajı yerle bir olsa da içinden geldiği gibi davranmaya karar verdi. Göşyaşları aşağıya doğru süzülürken Sergey’in teselli veren bakışlarını gördü. Sergey annesini anlamıştı.
Yolda bütün bunların tesadüf olup olmadığını düşündü. Sergey hiç adeti olmadığı halde gece dolaptan reçel kavanozunu izinsiz alacak, masaya koyarken düşürecek ve kendisi bu kadar yıl büyük bir sabırla muamele ettiği oğluna kızarak tokat atacaktı. Sergey yaşından umulmadık bir hareketle evden kaçacak ve her tarafı sisin sardığı o karanlıkta oyun sahası içinde uyku tulumuna yatırılmış bir kişi bulacaktı. Sergey’in bulduktan sonraki halini düşündü. Ne kendisinde kızgınlıktan bir eser kalmıştı ne de Sergey’de kırgınlıktan. Acaba bu olaylar o insanın donup ölmemesi için birisi tarafından mı planlamıştı? Bir senaryoyu andıran olaylar zinciri bu düşüncelerin aklına misafir olmasına sebep olmuştu.
Marina koridora çıktığında Sergey’i bankın üzerinde uyumuş olarak buldu. Yanaklarına kondurduğu iki öpücükle uyandırdı. Eve bu saatte nasıl giderim diye düşünürken Nadya hemşirenin sesini duydu. “Volodya sizi eve bırakacak.” dedi “ Kahvesini bitirip geliyor.” Marina’nın yüzüne yayılan tebessümle ettiği teşekkürü duymadan tekrar içeri girdi. Sergey paltosunun düğmelerini ilikleyip kapşonunu kafasına geçirdikten sonra annesinin elini tutup yüzüne bakarak ben hazırım mesajı verdi. Çıkışa doğru yürüyüşe geçtiklerinde Volodya’nın odadan çıktığını duydular. Homurdanmasından yapacağı işten hiç de memnun olmadığını anlamak zor değildi. Marina duymamazlıktan geldi. Dışaıdaki soğuk adeta iliklerine işliyordu. Nadya hemşireye minnet duygularını gönderdi Marina.
Volodya kaba görünüşüne rağmen sakin bir insana benziyordu. Arabayı oldukça iyi kullanıyordu. Yolları ezbere bildiği belliydi. Hiç konuşmadan gidiyorlardı. Sergey tekrar uyumaya başladı. Volodya konuşmayınca Marina da derin bir sessizliğe büründü. Paltosuna iyice sarınıp bugün yaşadığı garip olayları düşünmeye başladı. Sergey’in reçel kavanozunu kırması, hiç adeti değilken ona attığı tokat, Sergey’in yaşından umulmadık bir tepkiyle evden kaçması parkta – 35 derecede parkta uyku tulumuna sarılmış bir kişinin bulunması, hastanede adamın dil bilmediğinin anlaşılması , üzerinde hiç kimlik olmaması onu gören doktorun bayılması ve kayıtlara kendisinin teklifi ile ÇUJOY diye yazılması. Sergey’le aralarında geçenin aslında o yabancıyı kurtarmak için birisi tarafından senaryolaştırıldığını düşünmeye başladı ama metafizik duygularla ve hele inançla arası hiç iyi değildi. Babaannesinin telkinlerinden kalan son inanç parçaları Dima’nın ölümünden sonra kaybolup gitmişlerdi. Gerçi Dima kilisede düzenlenen bir törenle toprağa verilmişti ama bu inancından değil dostlarının baskısı yüzünden olmuştu. Son zamanlarda herkes kiliseye gitmek ve ne kadar dindar olduğunu kanıtlamak için için adeta yarış halindeydi. O bunu samimiyetten uzak buluyor ve büsbütün dine kin bilemesine sebep oluyordu.
Gözleri camdan dışarıya kaydı. Yılbaşından kalma süs parçacıkları sağdan soldan göz kırpıyorlar hayatta kalmak için son çırpınışlarını yapıyorlardı. Evleri uzaktan görününce derince aldığı nefesi koyverdi. Ne zamandır nefesini tuttuğunun farkında olmamıştı. Sergey’i hafifçe sarsarak uyandırdı. İkinci defadır uyandırılan Sergey memnuniyetsizliğini belirten bir iki ses çıkardıktan sonra doğruldu. Yorgunluğu har halinden belli oluyordu. Uyku akan gözlerinde isyanın binbir türlüsünü görmek mümkündü. Gayr-ı ihtiyari kapanan gözkapaklarını açık tutmaya çalışarak annesine döndü. Annesinin gülen gözlerini görünce nazla karışık bir şikayet haline büründü ama eve geldiklerini farkedince doğruldu. Arabadan indiklerinde soğuğun dehşet veren yüzüyle bir daha karşılaştılar. Volodya’ya kısa bir veda cümlesinden sonra hızla kapıya doğru koştular. Sergey az kalsın yüzüstü düşüyordu. Annesinin paltosuna yapışması onu yaralanmayla neticelenecek böyle bir olaydan korudu. Üçüncü podyezd(bina girişi)in kapısından içeri süzülürken kapının üzerine takılan lamba sönük ışığıyla göz kırpar gibi bir yanıp bir sönüyordu.
Marina bu dehşetli soğuktan kaçıp dvuşka(iki odalı ev)sına kavuşmanın mutluluğunu yaşadı. Daha girer girmez kendini divanın kollarına teslim eden Sergey’in paltosunu dikkatle çıkardı. Yüzüne gelen saçlarını eliyle geriye doğru attı ve kucaklayıp yatağına götürdü. Çocukluğun ve uyku halindeki insanın yüzüne yansıyan masumluğu seyretti bir süre. Bugün olanlardan duyduğu pişmanlığı ona söyleyememiş henüz tam bir özür dilememişti. İki odalı bu ev onların mutluluklarının tanığıydı. Dima’yı arıyorlardı aramasına ama onu geri getirmenin bir yolunun olmadığını da biliyorlardı. Bu dvuşka onun hediyesiydi. Yıllardır çalışmanın karşılığı olarak verilen daire beş koca yıl her türlü hallerine ortak olmuştu. Gelin olarak girdiği ev burasıydı. Sergey’e hamileliğini bu evde yaşamıştı. Yumuk yumuk gözleri, minicik elleri ve sürekli bir şeyler fısıldıyor gibi kıpır kıpır dudaklarıyla hastaneden bu eve gelmişlerdi Sergey’le. Şimdi üzerinde uyuduğu bu yatağı almışlardı. Mavi kurdela ile sarılan konvert(hastaneden çıkarken sarılan kundak) açılmış küçük bedeni günler aylar öncesinden hazırlanan bembeyaz çarşafların arasına burada yatırılmıştı. Tıpkı şimdi olduğu gibi uykunun en rahatını burada bulmuştu Sergey hep. Ve bu yatakta büyüdü. Dima’nın gelmediği gece Marina da bu yatakta yatmış koyun koyuna geçen bir geceden sonra o yürek yakan haber gelmişti. Sergey’i yatakta bırakıp evden fırlayışını hatırladı. Günlerce olayın şokunu üzerinden atamamıştı. Ölümü kabullenmek o kadar zordu ki. İnsan bazen kendisi için vaki gördüğü ölümü nedense sevdiklerine yakıştıramıyordu.
Sergey’e izah edemeyeceği bir şeydi ölüm. Onun küçük ve saf aklının kabul edemeyeceği bir şeydi. Daha dün onlarla konuşan şakalaşan, yarınlara ait planlarından ve hayallerinden bahseden birinin birden yok olup gitmesi toprağa karışması büyüklerin aklının bile alamayacağı bir şeydi. Günlerce Sergey’e görünmemeye çalıştı. Babaannesine bırakmış hiç bir şey söylememelerini özellikle istemişti. Kafasında planlar yapmış, onun ruhunu yaralamadan ölümü nasıl anlatacağını kafasında kurmuştu. Ama çıkış yolu bulamadı. İnançlarına son noktayı o zaman koydu. Dima vakitsiz gitmişti. Gençti, hayalleri vardı. O kadar ihtiyar ve hasta varken Dima’nın gitmesi ruhunda fırtınalar kopardı. Üstelik o çok iyiydi. Ama kötüler, başkalarının haklarına saygı göstermeyenler yaşıyorlardı hem de çok iyi şartlarda yaşıyorlardı. Acı gözlerini öyle kör etmiş aklını öyle kamaştırmıştı ki papazın nasihatlerine sadece gülüp geçti. İsyanı kökleşmiş imanı uçup gitmişti. Bütün metanetini toplayıp çıktı Sergey’in karşısına. Tam konuşmaya başlayacakken Sergey önce davrandı. “Babam şimdilik gelemeyecek değil mi anne? Ama onu sonra görebileceğiz. Babaannem onun bizi her zaman göreceğini ve ihtiyacımız olduğunda yardım edeceğini söyledi. Çünkü iyi insanlar öbür tarafta meleklerle beraber yaşarlarmış. Biz de iyi olalım anne ve biz de melek olalım ki babamın yanına gidebilelim.” Başından aşağıya kaynar sular döküldü sanki. Öbür taraf, melekler, iyi insan olmak. Bu kelimeler kafasının içinde dönüp duruyorlardı. Sergey’in yüzüne baktı. Kederi gördü. Acıyı. Çaresizliği. Ve gözlerinin içinde ümidi gördü. Yeniden kavuşmanın esellisini bir anlamda ölümü öldürmenin verdiği güveni gördü. İmanı gördü. Onun hayallerini yıkmanın ruhunu allak bullak etmenin haksızlık olduğu ortadaydı. İşte kendisinin içinden çıkamadığı bir gerçeği kendisinin itirazlarına rağmen babaannesi bütün yalınlığı içinde izah edivermiş onu yıkımdan kurtarmıştı. Bir çocuk için babasının meleklere kavuşmuş olduğuna inanmaktan ve bir gün tekrar göreceği ihtimaline gönülden bağlanmaktan daha teselli verici ne olabilirdi? Kafasını onaylar mahiyette salladı. Tek kelime etmemeyi kendi fikirlerine saygı olarak kabul etti. “Şimdilik bu teselliyle yaşamasında bir mahzur yok.” diye düşündü. “ Büyüyünce nasıl olsa gerçeği ona anlatacağım.”
Özellikle bu odaya girip Sergey’e baktığında onun bir melek tarafından korunduğu fikri aklını işgal eder, ne kadar kafasından uzaklaştırmaya çalışsa da oraya çöreklenir kalırdı. Ama anlam veremediği bir şey daha vardı ki bu işin içinden çıkılması en zor olanıydı: “Neden hala Dima’nın sevgisini içimde taşıyorum? Sevmek aynı zamanda ümit etmek değil midir? Ne ümit ediyorum ? Bir gün çıkıp gelmesini mi? Bu imkansız. Öyleyse ümit ettiğim ona kavuşmak mı? Şimdi çoktan toprak olmuş bir insanın geri dönüp gelmesi ne kadar imkansızsa bir gün benim de ölüp toprak olduktan sonra ona kavuşmam o kadar imkansızdır. Ama neden, neden hala içimde yaşıyor sevgi ve ümit?” Cevabını bulamadığı sorulardı bunlar. Ama aslında yüreğine danıştığında kavuşma ümidinin içinde yaşamasını ne kadar çok istediğinin farkına varıyordu. Bir yanda kendini ikna ederek inançsızlığı rehber edinen aklı bir yanda ise bir türlü hakim olamadığı sevgisinin ve ümidinin menbaı kalbi. Şimdilik aklın reberliğini tercih etmişti. Ama ah yüreğinin sesini bir susturabilse.
......................................

Hiç yorum yok: